A.TungaKÜLTÜR SANAT MAGAZİNSerbest YazılarYAZARLAR

CORONA’YA ÖVGÜ – A.Tunga

CORONA’YA ÖVGÜ

 Hamlamak deyiminin sahiplerinin sadece spor yapanlar olduğunu sanıyordum, gafletmiş. Uzun zamandır sadece sipariş yazan, hesap cetveli tutan, türlü çeşitli bulmaca çözen mekanikleşmiş sol elim; hammaddesi gönülden gelen sözleri yazarken tıkanırsa, takatten düşerse, nefessiz kalırsa, kalem tutmanın da hamlaması olurmuş de…

Sevgili Azra,

Sadece gördükleri şeylerin büyüklüğünü ya da küçüklüğünü anlayanlar ne kadar da bedbahtlar. Oysa renksiz, kokusuz, kimliksiz ve sadece anayurdunun yarasa olduğu bilinen bir yaratık, milyarlarca insanı teslim aldı, alıyor. Uğruna oluk oluk kan dökülen, insanların elde etmek için omurga kemiklerinden vazgeçtiği alternatif tanrı, para, bu sele bent olsun diye nasıl da bulaşık suyu gibi akıtılıyor, pavyonda sanatçıların üzerinde patlatılan konfeti gibi yerlere saçılıyor ve manasızlaşıyor. Yeni dünyanın kutsadığı ne varsa bu görünmez sele kapılıyor, geriye bir tutam insan kalıyor; ezberleri bozulan ve kalbi olduğunu hatırlamak zorunda olan. Ademoğlu inşa ettiği plazalardan, yükselttiği hisarlardan beyaz bayrak sallıyor, aniden yelkenleri yırtılan gemisinden, kurtlanmış filikalara umarsızca biniyor ve gece uyandığında annesini yanında göremeyen bir bebek gibi ürküyor.

Elbette Tanrı’nın beni bir insan olarak yarattığı varsayımıyla bu telaştan hissemi aldım. Ta ki uykudan feragat edilen bir çok siyah  gecede, aydınlığın parsel parsel çoğaldığını görene kadar. Bana ceza olarak verilen hafızam durmadı, seher yeline birlikte dokunalım diye Erzurum’dan İbrahim Hakkı’yı çağırdı, kim bilir kaç ateşle kuşatılmış ruh haliyle yazdığı şeyleri tekrarlattırdı ona; “Hak şerleri hayreyler, zannetme ki gayr eyler.”. Woody Allen’ın bir daha çal Sam dediği, Seda Sayan’ın R harfini eze eze “birrrr daha söyle” dediği yoldan gitti, kırk kere tekmil verdirdi. Misafirini geldiği yere doğu nazikçe uğurladı. Sonra kendinden utandı ve gönlümün de utanmasını istedi. Mahalle yanarken kahpe saçını tararmış dedi, 32 yıllık arkadaşına yani bana ambalajı açılmamış küfürler etti. Bu hikayede şer belliydi, düşmanın görünmesi mümkün değilse de namı dillerdeydi; fakat iyi olan, hayırlı olan neydi, kimdi, nasıl bir şeydi? Nazlı akan bir nehir gibi yavaşlayan zaman, dışarıdan gelen cam kırılması şangırtısıyla üç klimalı evin elektrik sayacı gayretiyle ilerledi. O ürkütücü kabristan sessizliği sona erdi.

Sevgili hafızam severdi serbest çağrışımı, çağrıldığı yere yani mutfağa doğru gitti. Bir sürü kap kaçak, sokağa çıkma yasağına karşı hazırlanmış biraz erzak ve onlarca eski gazetenin içinde, gözlerini, içindeki un kırıntıları bile hatıra pulu gibi saklanmış kavanoza dikti. Bacağı kırılan haylaz çocuğun vaktinde top oynadığı arsayı seyrettiği özlemle kavanozu seyretti. Karanlıkta kalmış tarafı seri şimşeklerle aydınlandı, takriben 60 cm aşağıya, kalbime doğru ‘evreka’ diye seslendi. Okumayı yeni söken çocuğun heyecanıyla konuşmaya başladı;

“Dostlar, Romalılar! Ben buraya bu tecrit halini gömmeye değil, övmeye geldim. Az önce bir kavanozun içinden gün ışığı çıkardım kendime, olmayan ellerimle. Sizin tecrit dediğiniz şey bende sıkışıp kalan, enkazdan çıkamayan, zincire vurulmuş, esir ve bitap umuduma umut oldu. Kendi savaşımdan başka hiçbir savaşı beğenmeyen bana, kendisi minyon ama yüreği dağ gibi olan bir kızın savaşını takdir ettirdi. Sizin tecrit dediğiniz şey, az önce bahsettiğim kurabiye ustasına, kendisinin 530 km mesafeden düşünüldüğünü gösterdi. Bir ihtimal mahcup bir tebessüm bıraktı dudaklarına. Her akşam bol köpüklü kahve refakatinde iki satır kelamın nadasa bırakılmış tarlalara tohum saçtığını, can suyu olduğunu gösterdi. Gecenin telveden koyu vakitlerini 21 haziran gündüzüne çevirdi. Zoraki söylenen şarkılar, neşeli şarkılar artık ciğerden söylendi. Bu konuşmanın sonunda kınanacak da olsam tekrar söylüyorum, haddinden çok fazla matem tutmuş duyguları tecritten kurtaran bu tecriti gömmeye değil, övmeye geldim!” dedi. İtirafçı vicdanı rahatlığıyla huzurla köşesine çekildi.

Hal böyle sevgili Azra,

Daha yazılacak çok şey var ama kahvenin kokusu beni çağırıyor. Masada ben, senin mektubun, bol köpüklü kahvem ve bütün bu yazılanın başlangıç noktası güzel kavanozun hep beraber MFÖ’den benim hala umudum var-ı dinliyoruz. Ankara’da, kocaman ve tarifsiz güzel gözleri olan bir dilberle yeniden sohbet etme umuduyla, isteğiyle, temennisiyle, o bahar gününü bekliyoruz.

 

A.Tunga

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu